Disko Başkanı Arzu Çerkezoğlu: İşçi sınıfını engelleyen politikalar Cumhuriyeti baltaladı
Haber: EDDA SÖNMEZ / Kamera: HAKAN KAYA
Devrimci Personel Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 57’nci kuruluş yıl dönümünü kutluyor. Genel Kurulda konuşan DİSK Genel Başkanı İstek Çerkezoğlu, “Hepimizin bildiği gibi Cumhuriyet, milletin egemenliğini ifade eder. Cumhuriyette saltanat, saltanat, hanedan yoktur. Cumhuriyette saray yoktur, saray yoktur. Bu tarihsel ilerlemenin değeri çok açıktır. Ancak kısa sürede artan sermaye egemenliği, “Emperyalist kapitalist sistemle bütünleşme süreci, işçi sınıfının kolektif bir özne haline gelmesini engelleyen politikalar ve özellikle Son yarım yüzyılda karşılaştığımız neoliberal baskınlar aslında halkın egemenliğini ortadan kaldırmış, dolayısıyla cumhuriyet fikrini baltalamıştır” dedi.
DİSK 17. Olağan Genel Kurulu, “Yüzyılın Emeği, Emek Yüzyılı” sloganıyla İstanbul Pendik’teki Green Park Otel’de gerçekleştirildi. Kongreye DİSK üyesi çalışanlar ve delegeler katıldı; Toplantıya Filistin, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya gibi ülkelerden sendikaların da aralarında bulunduğu uluslararası sendika ve siyasi partilerin temsilcileri katıldı.
Genel kurula CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti Küme Başkan Yardımcısı Sezai Temelli ve CHP İstanbul İl Lideri Özgür Çelik de katıldı.
Kongrenin yapıldığı salona alkışlarla giren delegeler, “Gün gelecek ve AKP işçilere hesap verecek”, “Biz işçiyiz, haklıyız, kazanacağız”, “Öyle bir gün gelecek ki AKP işçilere hesap verecek” dedi. İşçiler birlik olursa dünya değişir”, “Zafer direnen işçilerin olacaktır”, “Direnerek kazanacağız”, “Faşizme karşı omuzlar”. “Omuz omuza”, “İneme sendika, inadına DİSK” gibi sloganlar attılar. Delegeler salona giren DİSK yönetim kurulunu alkışlarla karşıladı. Kongre DİSK’in tarihçesini anlatan bir videoyla başladı.
“İŞÇİ SINIFI OLMADAN CUMHURİYET OLAMAZ”
DİSK Başkanı İstek Çerkezoğlu, neoliberal ekonomi politikalarının cumhuriyet fikrini baltaladığını belirterek, şunları söyledi:
“Cumhuriyet’in 2. yüzyılının ilk yılında genel heyetimizi gerçekleştiriyoruz. Burada Cumhuriyetin 1. yüzyılını değerlendirip gelecek yüzyılın hedeflerini belirlememiz gerekiyor. İşte bu nedenle Genel Kurulumuzun sloganı da şudur: ‘Yüzyılın Emek, Emek Yüzyılı’ İkinci olarak olağan genel heyetimizi topladığımız dönemde Cumhuriyetin ilk yüzyılını değerlendirip gelecek yüzyılın hedeflerini belirlememiz gerekiyor. Dünyadaki ekolojik gelişmeler olağanüstüdür.Bu nedenle Türkiye ve dünya personel sınıfı için olağan çalışma araç ve prosedürlerinin yeterli olmadığı bir dönemdir.Kısacası DİSK’in bu Genel Kurulunu farklı kılan bu başlıklar ve Bunu farklı kılması gerekenler şunlardır: Şunu belirtmek isterim.Cumhuriyet’in ilk yüzyılının bilançosundan başlayalım.Cumhuriyet, egemenliğin halka devredilmesine işaret eder.Artık saltanat, saltanat, hanedan yoktur. Artık saray yok, parlamento var. Bu tarihi ilerlemenin değeri açıktır. Ancak kısa sürede artan sermaye hakimiyeti ve emperyalist kapitalist sistemin bütünleşme süreci cumhuriyet fikrinin baltalanmasına neden olmuştur. Özellikle son yarım asırdır karşı karşıya kaldığımız neoliberal saldırı başta olmak üzere personel sınıfının örgütlenmesinin kolektif bir özne haline gelmesini engelleyen politikalar aslında cumhuriyetin yani halkın egemenliğini ortadan kaldırmış, Cumhuriyeti baltalamıştır. Bu karşı-devrimci süreci İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi’nde ayrıntılı olarak anlattık. O yüzden bugün burada uzun uzun tekrarlamak istemiyorum. Bildirgemizin sonuç kısmından bir bölümün altını çizmek istiyorum: ‘Sayısal olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan, ülkenin tüm menfaatlerini ve zevklerini üreten milyonlarca insanın söz hakkı olmadığı bir cumhuriyet, onun adı. Kısacası işçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz. Emek olmadan, halk olmadan, çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü temellere dayalı gerçek bir demokrasi olmadan cumhuriyet olamaz. Cumhuriyet ancak halkın, özellikle de örgütlü işçi sınıfının egemenliğiyle ikinci yüzyıla taşınabilecektir.” atölyelerin, fabrikaların, ofislerin, bankların ve plazaların işçilerin özgün taleplerini mücadelenin bir parçası haline getirmeleri ancak personel sınıf kimliğinin birleştirici ve kapsayıcı gücüne hakim olmaları ile mümkün olacaktır. Ülkemizin içinden geçtiği karanlık günler, bu güçlü günler, cumhuriyeti halk egemenliğiyle geleceğe taşımaktır.Personel sınıfının çabası tarih boyunca karanlıkları yenmiştir.Yine öyle olacak, işçi sınıfı ve üreticiler de bunu başaracaktır. Türkiye’nin bu karanlıktan çıkması için tarihi sorumluluğunu bir kez daha yerine getirin.
“TARİHİN EN BÜYÜK DAĞITIM KRİZİYLE KARŞIYIZ”
Gayri Safi Katma Değer içerisinde emeğin payı 2016’da yüzde 36,3 iken 2022’de yüzde 26,3 oldu. Sermayenin payı ise yüzde 47,5’ten yüzde 53,7’ye çıktı. Üstelik bu düşüş hızlı bir proleterleşme sürecinde, yani ücretlilerin sayısı sayısal olarak artarken meydana geldi. 2002 yılında ücretliler toplam istihdamın yarısını oluştururken, emek ödemelerinin GSYİH içindeki payı yüzde 28’di. 2022 yılında ücretli ve maaşlı çalışanların oranı yüzde 70,5’i aştı. İşçi sayısı inanılmaz derecede artarken, emek ödemelerinin GSYİH içindeki payı artmadı veya sabit kalmadı. Evet, ücretlilerin oranı yüzde 50’den yüzde 70’lerin üzerine çıkarken, emek ödemelerinin payı azaldı. Kısacası, devasa bir proleterleşme dalgasına şiddetli bir fiyat baskılama politikası eşlik ediyordu. Emeğin kitleselleştiği ve değersizleştiği bu süreçte ülke tarihinin en büyük dağıtım kriziyle karşı karşıyayız.
Sermayenin sömürü iştahını sonlandıracak en değerli araçlardan birinin sendikalar olduğu açıktır. İşte tam da bu nedenle, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana Türkiye’de sendikalaşmanın önüne büyük engeller dikildi. Bunun sonucunda sendikalaşma ve toplu sözleşmenin kapsamı ciddi biçimde zayıfladı. Bugün Türkiye işçi sınıfının yüzde 90’ından fazlası sendikal savunmadan yoksundur. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Küresel İşçi Hakları Endeksi’nde ülkemiz, yıllardır işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasında yer alıyor.
“CEPLERİMİZİ ASLA BIRAKMIYORLAR”
Kâr maksimizasyonundan başka bir şey görmeyen sermaye zihniyeti, sadece canımızı, doğamızı ve şehirlerimizi değil, cumhuriyeti, demokrasiyi, adaleti, barışı ve kardeşliği de yok ediyor. Yıksınlar, biz emeğimizle, aklımızla, fikrimizle, bilincimizle, emeğimizle demokratik bir cumhuriyeti yeniden inşa etmeliyiz ve kuracağız. Gelirimiz açlık sınırının altında ama hükümetin vergi politikalarına baktığımızda bu ülkenin en zengin insanları olmamız gerekiyor. Bu ülkede vergi yükü omuzlarımızda. Büyük sermaye sahiplerinin, büyük şirketlerin ve holdinglerin vergi gibi bir gider kalemi neredeyse yok. Vergiler bir gecede sıfıra iniyor ve ertesi sabah yeni vergi ayrıcalıkları geliyor. Açlık ve yoksulluk içinde yaşayan biz emekçiler ve işçiler için vergiler en değerli harcama kalemlerinden biridir! Elleri cebimizden hiç çıkmıyor. Vergi gelirlerinin en büyük kısmı yüzde 75 ile dolaylı vergilerden oluşuyor ve bu vergileri çarşıda, pazarda ve pazarda en zengin ve en fakir eşit olarak ödüyor.
“CUMHURBAŞKANLIĞI REJİMİ, GÜÇ SAHİPLERİNİN ANAYASAYA GÜVENDİĞİ BİR REJİMDİR”
Yaptıkları her şey, attıkları her adım ucuz emek içindir. İşte emeklilerin durumu. Yoksulluk sınırına yaklaşamayan ya da açlık sınırının altında ücretlere mahkum olan emeklilere ne söylemek istersiniz? ‘Emeğiniz artık değersiz; ‘Öl’ mü deniyor? Aslında yıllardır bu ülke için emek veren insanlara gösterilen saygısızlık bu düzenin özetidir. Emekli olup hayatta kalmaya çalışanların yanı sıra, emekli bile olamayanlar da var, emeklilikte adalet isteyenler de… Cumhurbaşkanlığı rejiminde halk ve işçi sınıfı üzerindeki baskı, derinleşen bir yoksulluktur. Mutlu bir azınlığın işçilere ve düşük gelirli insanlara uyguladığı baskıdır. Nitekim personel sınıfı sayısal olarak artarken milli gelirden aldığı payın hızla azaldığı dönem başkanlık rejimi yıllarıydı. Cumhurbaşkanlığı rejimi her türlü hakkın sopayla aranmasını engelliyor, grevler milli güvenliğe aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklanıyor. Cumhurbaşkanlığı rejimi, güçlü olanın, parası, parası ve gücü olanların yargı denetimine tabi olmamasıdır. Cumhurbaşkanlığı rejimi, iktidar sahibi olanların mahkeme kararlarını, hatta Anayasa Mahkemesi kararlarını, hatta Anayasa’yı çiğneyebildiği bir rejimdir. Cumhurbaşkanlığı rejimi, ülkeyi yönetenlere, yaptıkları kanunlara, hatta yazdıkları anayasa maddelerine uymama hakkı tanıyan bir yönetim biçimidir.
“ÖNCE MİLYONLARI İHTİYAÇ VERİR, SONRA KIRINTI İLE ONLARA TESLİM EDER”
Bugün Orta Vadeli Program’da bile garantisiz istihdam biçimlerinin yaygınlaşacağıyla övünüyorlar. Kıdem tazminatımızın uzatılmasının bile personel sınıfı açısından iyi bir şey olduğunu savundular. Evet karşımızdaki güçler kendi sınıflarının siyasetini yapıyorlar. Önce milyonları muhtaç hale getiriyor, sonra kırıntılarla kendine bağlıyor. Kimliklerimiz, inançlarımız ve kökenlerimiz nedeniyle bizi birbirimize düşürüyor, işçi sınıfının birliğini engelliyor. Mavi yakalının rakibinin beyaz yakalı olduğu, beyaz yakalıyı yoksullaştıranın da mavi yakalı olduğu algısını yaratıyor. Bizi bölüyor, bölüyor ve yönetiyor. Buna yanıt olarak emek politikalarını geliştirmemiz ve bu egemen siyasal düzlemle yüzleşmemiz gerekiyor.
İşçi sınıfının geçmişten günümüze kazandığı hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi demokratik rejimlerle mümkündür. Personel sınıfının hak ve özgürlüklerinin korunması ve yenilerinin kazanılması için demokrasi ve adalet şarttır. Demokrasi ve adalet mücadelesi emek siyasetinin ana gündemidir. ve en önemli sorunumuz; işçilerin birliği, halkların kardeşliği… Daha da özetle böl-böl-sömür şeklinde özetlenebilecek hakim politikalara karşı personel sınıfının birliğini sağlamanın yolu, kardeşliği, barışı, laikliği ve kadın-erkek eşitliğini savunmaktan geçer. İşçi sınıfının herhangi bir kesiminin kökeni, kimliği veya cinsiyeti nedeniyle daha kötü koşullarda çalışması, tüm işçi sınıfının haklarını tehdit ediyor. Bu nedenle kaderimizin bizi sömürenlerin değil, işyerinde birlikte çalıştığımız tüm sınıftaki kardeşlerimizin olduğunu tüm personel sınıfına anlatmak temel misyonumuzdur.”